“Dert” Alanlar
“Dert” Alanlar
İki tür insan var derler. Bunlar;
1. Derdi olanlar,
2. Dert olanlar.
Bir üçüncüsü var ki, bunu unutuyorlar. O da;
“DERT ALANLAR”.
Ne bilsin dertsizler dert nedir?
Tek ve biricik derdi dünya olanlar ne bilsin bin bir dertle boğuşurken bile başkaları için dertlenmeyi?
Oysa ki ne buyuruyor Yüce Mevla;
Kulumuz Eyyüb’ü de hatırla! Hani Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir dert ve azap (olacak vesvese) dokundurdu.” diye seslenmişti. Şeytan yolunda olanlar, onun vesvesesiyle, “Eğer Allah Eyyüb’ü sevseydi, ona bu derdi vermezdi.” diyorlardı. (Sâd Sûresi / 41. Ayet)
Dert, dertli adamların dünyasında olmakla edinilir.
Seriyy-i Sakatî -kuddise sirruh-, ders esnasında talebelerine;
“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 87) hadîs-i şerîfini îzâh ediyordu. Bu sırada, bir talebesi heyecanla içeri girdi ve;
“–Üstadım! Sizin mahallede yangın çıktı, her yer kül oldu. Yalnız sizin ev kurtuldu!” dedi.
Seriyy-i Sakatî, sevinç içinde;
“Elhamdülillâh!..” deyiverdi.
Fakat otuz sene sonra bir dostuna;
“–Ben o gün, «Elhamdülillâh!..» demekle, bir anlık da olsa sırf kendimi düşünmüş, felâkete uğrayanların ıstırabından uzak kalmış oldum. İşte, otuz senedir o hâlimin tevbesi içindeyim!..” dedi.
Hak dostları, Mü’min kardeşinin derdine ilgisiz kalmanın vebalinden daima endişe duyardı. Tıpkı sahabe-i kiram gibi.
Nitekim Hazret-i Ömer, Dicle kenarındaki bir koyunun mesuliyetini omuzlarında hisseden bir merhamet abidesi değilmiydi?
“Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” diyen Anadolu sultanı Harakânî’yi de unutmamalı.
Anadolu’da istila ve kıtlığın baş gösterdiği zamanlarda tahammül isteyen için sabrın adı Yunus, aç açıkta kalanın hacet kapısı Hacı Bektaş Veli, yeisin başladığı yerde moralin adı Mevlana olurdu.
Böyle büyük Allah dostlarının hissiyatı, gerçek iman kardeşliğinin ne güzel bir misalidir.
Nitekim Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyurur:
“Birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü’minlerin tek bir vücut gibi olduklarını görürsün! (Bu vücudun) bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımları da uykusuz kalıp ateşler içinde onun ıstırabını duyarlar.” (Müslim, Birr, 66)
Îman kardeşi olan mü’minler birbirlerini çok samimî bir şekilde severler.
Çünkü onlar aynı hakikat güneşine teslim olarak mânen yeniden doğmuş, aynı hidâyet menbaından içmiş, aynı ihsan sofrasından birlikte yemişlerdir.
Muhabbet, kuru bir davadan ibaret olamaz. Muhabbet; kardeşinin derdiyle dertlenip ihtiyaçlarını karşılamak, fedakarlık ve feragat göstermek ve elindeki nimetleri, sevinçleri ve hüzünleri onunla paylaşabilmektir.
Bir kudsî hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ben’im rızâm için birbirini sevenlere, Ben’im için birbirlerine ikramda bulunanlara, Ben’im için birbirlerine samimiyetle îtimâd edip dost olanlara, akraba ve dostlarıyla irtibatını kesmeyenlere ve Ben’im için ziyaretleşenlere Ben’im de muhabbetim tahakkuk etmiştir.” (Ahmed, Müsned, V, 229)
Bilhassa günümüzde, kardeşliğin zor yaşandığı, insanlığın nefsani bir hayata kapılıp da selde sürüklendiği bir devirde, gerçek bir kardeşlik yaşayabilenler ve kardeşinin derdini dert edinenler bu müjdeye dahildirler.
Selam ve dua ile…