Din’e teslim olmak mı, din’i teslim almak mı?
Din’e teslim olmak mı, din’i teslim almak mı?
Uzun zamandır yüreğimi kavuran bazen de sesli sesli isyan ettiren acı bir gerçeği nasıl ifade etsem diye düşünürken Necip Fazıl’a atfedilen fakat kesin olarak kime ait olduğunu bilmediğim bir beyit çıktı karşıma;
Tam da 12’den;
“Yamadık dünyamızı, yırtarak dinimizden,
Sonunda din de gitti, dünya da elimizden…”
Aman Allah’ım; imdat eyle bizlere…
Din‘e teslim olmak mı, din’i teslim almak mı?
Bütün mesele bu.
İslam’a teslim olmak olan müslümanlığı, İslam’ı teslim almak olarak mı algılıyoruz?
Her istediğimi söyleyeyim, her istediğime inanayım ama cennete de VİP gireyim. Mümkün mü?
Şayet dünyamız ma’mur olsun diye, dini dünyaya feda ederek ve dünyayı dine tercih ettiren bir düşünceyi benimseyerek, içinde bulunduğumuz bir ‘olmazlar ağı’nda çırpınıp duruyoruz.
Böylece din de gidiyor, dünya da elde edilemiyor…
Enes B.Malik r.a. diyor ki;
Ömer’i gördüm, omzunda dört yama vardı. Onların amelleri kaliteliydi, elbiseleri yamalı.
Bizlerin elbiseleri kaliteli, amelleri yamalı olmuş maalesef.
Milli şairimiz rahmetli Mehmet Akif Ersoy’a Almanya’ dönüşü sohbet ederken sormuşlar; üstad Almanya’yı nasıl buldunuz?
Üstad şu cevabı vermiş;
“Adamların bir işleri var dinimiz gibi, bir dinleri var işimiz gibi.”
Üzülerek belirtmek isterim ki; Hak’ka inananın terazisi batıl, batıl’a inananın terazisi hak olmuş…
Ey insanlık!
Yüzünüzü dine çevirin…
Biz, dini isteyenin, ameliyle birlikte dünyayı da elde ettiğini gördük. Ama dünyayı isteyenin, dünyayla beraber dini de elde ettiğini hiç görmedik…
Bir sevdiğimize bakalım bir de ihmal ettiğimize. “Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da, önlerindeki çetin günü (ahireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan-27)
Selam ve dua ile…